Kara Kule: Silahşör’ün Doğuşu

70799

Eminim benim yaş civarımda olan (28) hemen herkesin ortaokul yıllarında, sınıfta ders dinlemek yerine Stephen King, Dean R. Koontz gibi yazarların kitaplarını dersliğin altında okuyan arkadaşlarınız olmuştur. İşte o arkadaş bendim. Orta 1 ve orta 2 boyunca birçok Stephen King romanını yedim yuttum. İlginçtir ki aynı yıllarda birçok farklı türden, birçok yazarın kitaplarını okumuş olsam bile diğerleri uçup giderken, King’in kitaplarının konuları hala aklımdadır. Ancak beni en çok etkileyen iki kitabı; türçeye Ruhlar Dükkan’ı olarak çevrilen Needful Things (gerekli şeyler hehe) ve Kara Kule olmuştur.

O dönemler Yüzüklerin Efendisi benim gibiler için bir mitostu. Uzak diyarlarda yazılmış, bizim toplumumuza yasaklanmış kutsal bir kitaptı. Varlığını duymuştuk ama ne gören ne de bilen vardı (Yıllar sonra kendi evimde annemin eski kitapları arasında 60’lı yıllarda basılmış LOTR kitapları bulunca acayip şaşırmıştım.). Hele ki Yerdeniz, Dragonflight, Amber Yıllıkları ya da Cthulhu gibi fantastik dünyalar ise benim gibiler için henüz varolmamıştı bile. Fantazi; o dönemlerde çoğunlukla Conan’dan ve Dünya Kitabevi gibi yabancı yayınlar satan yerlerde satılan ingilizce kitapların kapaklarından ibaretti. 

Herşeyden önce Kara Kule’yi okuyana kadar birçok King kitabı okumuştum ki, herhalde istisnasız bunların hepsi günümüzde ya da yakın geçmişti geçen “Korku” kitaplarıydı. Dolaysıyla bir korku kitabı beklerken böyle bir kitapla karşılaşmak bende şok etkisi yaratmıştı.

Kara Kule’yi bu kadar özel kılan şey tıpkı büyük kabul edilen birçok fantazi eseri gibi, tamamen kendisine has bir dünya, kendisine has bir atmosfer yaratmış olmasıdır. King’in yarattığı dünya 18. Y.Y. Amerika vahşi batısnın nükleer savaştan çıkmış ve bunun üstünden de yüzyıllar geçmiş hali gibidir. Kara Kule kitaplarında geçen olayları, başkaharam olan Silahşör’ün yani Roland Deschain’in gözünden okuruz. İlk kitapta Roland 25 yaşındadır ve sonu gelmeyecekmiş gibi gözüken bir çölde Siyahlı Adam denilen birini kovalamaktadır. Silahşör bu dünya içerisinde evrenin ve zamanın merkezinde olduğuna inandığı Kara Kule denilen bir yeri aramaktadır ve onu bu kuleye götürecek olan anahtar da Siyahlı Adam’dır. İblislerin, irfitlerin ve büyülerin de pek alışagelmediğimiz biçimde var olduğu bu evrende Roland Deschain’in bu dünyadaki yolculuğu anlatılmaktadır. King Kara Kule’de öyle bir atmosfer yaratmıştır ki sanki herşey ve herkes bir sis perdesinin arkasından birbirlerine bakmaktadır. Sanki herşey yüzyıllardır bu şekilde var olagelmiş gibidir ama bir yandan da bu karamsar dünya silahşörün gözünden tarif edilirken devamlı olarak “artık” kelimesi kullanılmaktadır. Sanki bu dünyanın sakinleri, bilinçaltlarında bundan daha başka yerler de olduğunun farkındalarmış gibi. Başkaraman Roland ise oldukça değişik bir karakterdir. Roland için “iyi” kelimesi çok da uygun değildir aslında. Henüz ilk kitabın ilk 100 sayfasında yaklaşık 60 kişilik bir kasabanın sakinleri Roland’ın kurşunlarıyla can verir. Her ne kadar Roland bunu kendi hayatını kurtarmak için yapmış olsa bile bu bize Silahşör’ün amacı için herşeyi yapabilmeye hazır olduğunu göstermektedir.

Kara Kule serisi 7 kitaptan oluşmakta yanılmıyorsam. King bu kitaplardan ilk üçünü belli bir zaman aralığı içerisinde yazmış, diğer dördünü ise geçtiğimiz senelerde yayınlayarak bu öyküyü tamamlamıştır. Açıkcası ben sadece ilk üç cildini okudum. Bu yüzden Kara Kule nedir, Roland ve yol arkadaşlarının başına neler gelmiştir çok da bir fikrim yok.

Silahşör’ün Doğuşu ise Kara Kule’nin 1. kitabından daha önceki zamanları konu alıyor. Yanılmıyorsam esas olarak Roland’’ın gençlik yıllarının anlatıldığı Büyücü ve Cam Küre isimli 4. kitaba konu olan olaylar çevresinde şekilleniyor (yanlışım varsa düzeltin).

Her ne kadar öykünün yaratıcı beyni Stephen King olsa bile, Silahşör’ün Doğuşu’nun çizgi roman için senaryolaştırılması Peter David tarafından gerçekleştirilmiş. Kitabın orjinali nasıl bilemiyorum ancak David’in bir çizgi roman için oldukça değişik bir uslübu var. Öyküyü metinleştirirken devamlı olarak “Ben” (Peter David) ve “siz” kelimelerini (yani okuyucu) kullanmayı tercih etmiş ki bence bu çizgi romana oldukça karanlık bir masal havası vermeyi başarmış. Her ne kadar David’în dili, King’in “sade ve direkt” olarak tanımlayabileceğim yazımından farklı olsa bile kitaplarda yaratılan o karanlık atmosferi başka bir bakış açısıyla muhafaza etmeyi başardığını söylemeliyim. Atmosfer güzel yakalanmış olsa bile aynı şeyi hikayenin sürekliliği için söylemem zor. Genellikle bu kalınlıkta bir çizgi romanı (240 Sayfa) tek bir oturuşta okuyabilen ben, Silahşör’ün Doğuşu’nu ancak üç dört seferde bitirebildim. Okurken sıkıldığımı ya da hikayenin kötü anlatıldığını söylemem zor ancak yine de sanki yazar olması gereken o akıcılığı yakalayamamış gibi geldi. Aslında bunun biraz da çeviriden kaynaklandığını düşünüyorum. İlerde yayınlanacak olan ciltlerde çeviriye daha fazla özen gösterilmesi gerekiyor. Bazı cümleler bana oldukça ters geldi. Ayrıca konuşma balonlarının da birbirlerine girdikleri yerler var ancak bu orjinalinde de böyle olabilir, bilemeyeceğim. Dikkatli bir okuma yapılmazsa eğer olayın ve karakterlerin arasında  kaybolabiliyorsunuz.

Karakterlerin de biraz havada kaldığını düşünüyorum. Ana karakterler Roland ve Susan oldukça güzel anlatılmış. Özellikle Roland’la yeni tanışacaklar için karakterin kişiliği hakkında ilk fasikül oldukça açıklayacı olmuş. Roland’ın aşkı Susan da bilakis öyle. Bu ikisi hikayeye ağırlıklarını koymayı başarmışlar ancak yan karakterlere aynı özeninin gösterilmediğini düşünüyorum. Hatta bazen okurken “kim kimdir?” bile oldum. Her ne kadar bu hikayenin ilk cildi olsa bile yine de düşmanlara yeterli özen gösterilmemiş ve bu hikayede “iyi” karakterlerden çok “kötü” karakter olduğunu söyleyebilirim. Şerif yardımcısı Jonas baş kötü olarak gözükse bile beni yeterli derecede etkilemeyi başaramadı. Tam tersine ondan daha geri planda ancak daha kilit rolde olan cadıyı ise oldukça ürkünç ve yaratıcı buldum. Diğer kötü adamlar olan Marten, Örümcek Kral  ve Faron’a ise neredeyse sadece birer sayfa ayrılmış ve Kara Kule dünyasındaki esas tehditi oluşturan bu karakterler, bu ciltte anlatılan hikayede çok önemli bir rol üstlenmeseler bile gereğinden fazla silik kalmışlar ve bir tehdit unsuru olarak görevlerini yerlerine getirememişler.

Çizimler, çinileme ve renklendirme ise çok başarılı. Yıllar önce Roland’ın dünyasının kafamda canlandırdığım görüntülerini Jae Lee’nin çizimlerinde gördüm diyebilirim. Çizer Jae Lee ve renklendirmeleri yapan Richard Isanove o puslu, karanlık ve yalnız atmosferi çok iyi biçimde yaratmayı başarmışlar. Ve inanıyorum ki Kara Kule’yi okumuş olan birçok insan da bu ilüstrasyonların kitaplarda anlatılan dünya ile ne kadar örtüştüğü konusunda benimle hem fikir olacaktır. Aslında bu biraz da King’in yazarlık gücünden ileri geliyor; Yazar sadece kelimleri kullanarak birçok insanın kafasında, birbirlerine yakın görüntüler oluşturmayı başarmış ki bunun bir fantastik-kurgu yazarı için en  önemli özelliklerden biri olduğunu düşünüyorum.

Silahşör’ün Doğuşu’nu tükçeye kazandıran Altın Kitaplar yayınevi her ne kadar King ve Koontz başta olmak üzere birçok Bestseller yazarın kitaplarını yıllardır türkçeye kazandırmmış eski bir yayınevi olsa bile kendimi çok yakın hissettiğim bir firma değil. Bunun nedeni ise bence gelmiş geçmiş en iyi bilimkurgu romanlarından biri olan William Gibson’ın Neuromancer’ını, Matrix furyası  eserken “Matrix Avcısı” gibi saçma sapan bir başlıkla ve tamamen ticari ve popülist bir amaçla türkçeye çevirmiş olmalarıdır. Silahşör’ün Doğuşu’nu da Türkçe olarak basıcaklarını duyunca ilk düşüncem “eyvah eyvah” şeklinde oldu. Ancak Silahşör’ün Doğuşu ile beni oldukça şaşırttılar. Herşeyden önce her ne kapak biraz ince olsa bile bunun tercihen  böyle yapıldığını düşünüyorum. Bunun haricinde ise Hoz Comics’in yayınları ile beraber en kaliteli  baskıyı Silahşör’ün Doğuşu’nda gördüm. Ayrıca ciltlemesi de Hoz’dan çok daha sağlam. Hiçbir şeyden feragat etmemişler, hatta kitabın arkasında 20-25 sayfalık bir kapak ve ilüstrasyon galerisi bile mevcut. 240 sayfa için ise, piyasadaki muaddilleri çizgi romanlarla karşılaştıracak olursak 15 TL gibi (Kadıköy’den 12.5’a aldım) komik bir fiyatı var. Günümüzde normal romanların bile 250 sayfayı geçince 20 TL üstü fiyatlara satıldığı bu günlerde Altın Kitaplar’ın Kara Kule’nin popülerliğine dayanarak 30 TL civarına satmasını bekliyordum ancak büyük bir yayınevi olmanın avantajını da kullanarak yukarıda gördüğünüz fiyattan satmaya karar vermişler. Açıkcası Süper. Baskı ile ilgili olarak bulabildiğim tek hata kapakta: SilahşÖr’’ü SilahşOr diye yazmışlar.

Kara Kule’nin bu ilk cildi için 10 numara bir çizgi roman diyemem ancak bunu biraz da King’in ilk çizgi roman tecrübesi olmasına ve –bence- özensiz yapılmış çeviriye bağlıyorum. İkinci cilt de yoldaymış. Ayrıca Altın Kitaplar gibi büyük bir yayınevinin çizgi roman işine el atması ve bunu da okuyucuyu kazıklamadan ve usulüne uygun biçimde yapması bence çok sevindirici bir gelişme. Kara Kule: Silahşör’ün Doğuşu’nu çizgi roman okurlarına, Kara Kule sevenlere ve fantastik dünyalara meraklı olanlara tavsiye ederim.

3 thoughts on “Kara Kule: Silahşör’ün Doğuşu

  1. Çevirisi tek kelime ile rezalet. Orjinaliyle karşılaştırdım, hatta örnekleri RR’a koymmuştum.

    Çevirmen maalesef İngilizce’nin yanında Türkçe de bilmiyor.

  2. Ben ilk olarak orjinalini okumustum, ama daha sonra Jae Lee ye rağmen devam edemedim. Kurgusu sorunlu bence, bi turlu içine girilmiyo hikayenin. Tamam hikaye de atmosfer önemli onuda güzel vermişler ama Jae lee nin duran insanlar calıştığı bir artbook gibi olmus.

    Belki arada alırım baska sayılarını ama sırf Jae LEe yuzu suyu hurmetine, güzel desen göriyim diye..

  3. Geri bildirim: Kara Kule: İhanet » AltEvren

Yorum bırakın